1 Kasım 2013 Cuma

hüsranda olmak, dalâlette olmak

Bir insan, Allah'a ulaşamayı dilemedikçe dalâlettedir.

 Allah'a ulaşmayı dilediği andan itibaren hidayete adım atar. Evvelâ Allah'a ulaşmayı dilemelidir. Allah'ın ona ardarda vereceği on iki ihsanla, gösterdiği mürşide ulaşması, onun önünde tövbe etmesi lâzımdır. 10 âyet-i kerime Allah'a ulaşmayı dilemeyenlerin [ve dolayısıyla mürşidlerine 12 ihsanla ulaşmayanların (tâbî olmayanların)] dalâlette olanlar olduğunu söylemektedir.

Allahû Tealâ burada hüsranda olmak, dalâlette olmak ve hidayete ermemek gibi 3 kavramdan bahsetmektedir. Kur'ân-ı Kerim'in skalasında, bütününde, 28 basamakta, hüsranda olanlar, günahları sevaplarından fazla olan, Allah'a ulaşmayı dilemeyen insanlardır.


23/MU'MİNÛN-103: Ve men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum fî cehenneme hâlidûn(hâlidûne).
Ve kimin mizanı (sevap tartıları) hafif gelirse, işte onlar, nefslerini hüsrana düşürenlerdir. Onlar, cehennemde ebediyyen kalacak olanlardır.

Onların kaybettikleri dereceler, kazandıkları derecelerden mutlaka büyük olacaktır. Bu yüzden gidecekleri yer ateştir. Yani onlar hüsranda olanlardır.

10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah'a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.

10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).

Öyleyse insanlar, Allahû Tealâ'ya ulaşmayı dilemiyorlarsa hüsrandadır. Zaten bunları yapabilen insanların Allah'a ulaşmayı dilemesi hiçbir zaman söz konusu değildir. "Aynı zamanda dalâlettedirler."

28/KASAS-50: Fe in lem yestecîbû leke fa’lem ennemâ yettebiûne ehvâehum, ve men edallu mimmenittebea hevâhu bi gayri huden minallâh(minallâhi), innallâhe lâ yehdil kavmez zâlimîn(zâlimîne).
 
Bundan sonra eğer sana icabet etmezlerse (senin hidayete erdirme davetine uymazlarsa), bil ki onlar heveslerine tâbîdirler. Allah'tan bir hidayetçi olmaksızın (hidayetçiye değil de) kendi heveslerine tâbî olandan daha çok dalâlette kim vardır? Muhakkak ki Allah, zalimler kavmini hidayete erdirmez.

Kişi davetçinin Allah'a ulaşmayı dileme davetine icabet etmemiştir bu âyet-i kerime gereğince.

18/KEHF-17: Ve tereş şemse izâ taleat tezâveru an kehfihim zâtel yemîni ve izâ garabet takrıduhum zâteş şimâli ve hum fî fecvetin minh(minhu), zâlike min âyâtillâh(âyâtillâhi), men yehdillâhu fe huvel muhted(muhtedi), ve men yudlil fe len tecide lehu veliyyen murşidâ(murşiden).
 
Ve güneşin doğduğu zaman mağaralarının sağ tarafından geldiğini ve battığı zaman sol taraftan onların yanlarından geçtiğini görürsün. Ve onlar, onun (mağaranın) geniş sahası içinde bulunuyorlardı. İşte bu, Allah'ın âyetlerinden (mucizelerinden)dir. Allah, kimi Kendisine ulaştırırsa, işte o hidayete ermiştir. Ve kimi dalâlette bırakırsa (kim Allah'a ulaşmayı dilemezse) artık onun için velî mürşid (irşad eden evliya) bulunmaz.

Allah'ın Kendisine ulaştırdığı kişiler, Allah'a ulaşmayı dileme davetine icabet edenlerdir.

45/CÂSİYE-23: E fe reeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveh(gışâveten), fe men yehdîhi min ba’dillâh(ba’dillâhi), e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).
Hevasını kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu ilim (onun faydasız ilmi) üzere dalâlette bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun basar (görme) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Bu durumda Allah'tan sonra onu kim hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?

Hevasını kendisine ilâh edinen kişi, resûlün Allah'a ulaşmayı dileme davetine faydasız ilmi sebebiyle icabet etmeyen kişidir.

62/CUMA-2: Huvellezî bease fîl ummiyyîne resûlen minhum yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin).
Ümmîler arasında, kendilerinden bir resûl beas eden (görevlendiren) O'dur. Onlara, O'nun (Allah'ın) âyetlerini okur, onları tezkiye eder (nefslerini temizler), onlara Kitab'ı (Kur'ân-ı Kerim'i) ve hikmeti öğretir. Ve daha önce (Allah'a ulaşmayı dilemeden evvel) elbette onlar, sadece açık bir dalâlet içinde idiler.

"Resûlün, Allah'a ulaşmayı dileme davetine icabet etmeyen önce dalâlettedir." buyuruyor Allahû Tealâ.

3/ÂLİ İMRÂN-164:
Andolsun ki Allah, mü'minlerin (başlarının) üzerine (devrin imamının ruhu) bir ni'met olmak üzere (onların aralarında, kendi kavminin içinde) kendilerinden bir resûl beas eder. Onlara O'nun (Allah'ın) âyetlerini tilâvet eder, onları tezkiye eder ve onlara kitap ve hikmeti öğretir. Ondan evvel (Allah'a ulaşmayı dilemeden evvel) onlar gerçekten açık bir dalâlet içinde idiler.

Cuma Suresi 2. âyetiyle aynı açıdan dalâleti anlatmış, Yüce Rabbimiz.

16/NAHL-36:
Ve andolsun ki Biz, bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl beas ettik (hayata getirdik, vazifeli kıldık). (Allah'a ulaşmayı dileyerek) Allah'a kul olsunlar ve taguttan (insan ve cin şeytanlardan) içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar) diye. Onlardan bir kısmını, (Resûlün daveti üzerine Allah'a ulaşmayı dileyenleri) Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının (dilemeyenlerin) üzerine dalâlet hak oldu. Artık yeryüzünde gezin. Böylece yalanlayanların akıbetinin, nasıl olduğuna bakın (görün).

Resûlün, Allah'a ulaşmayı dileme davetine icabet etmeyenlerin üzerine dalâlet hak olmuştur.

39/ZUMER-23:
Allah, ihdas ettiği (nurların) ahsen olanlarını (rahmet, fazl ve salâvâtı), ikişer ikişer (salâvât-fazl ve salâvât-rahmet), Kitab'a müteşabih (benzer) olarak indirdi. Rab'lerinden huşû duyanların ciltleri ondan ürperir. Sonra onların ciltleri ve kalpleri Allah'ın zikriyle yumuşar, sükûnet bulur (yatışır). İşte bu, Allah'ın hidayetidir, dilediğini onunla hidayete erdirir. Ve Allah, kimi dalâlette bırakırsa artık onun için bir hidayetçi yoktur.

Resûlün davetine icabet etmemek suretiyle Allah'a ulaşmayı dilemeyen kişiyi Allahû Tealâ o kişiyi hidayete erdirecek hidayetçiye ulaştırmaz.

7/A'RÂF-186:
Allah kimi dalâlette bırakırsa, artık onun için bir hidayetçi (hidayete erdiren) yoktur. Ve onları azgınlıkları (isyanları) içinde şaşkın (bir halde) terkeder (bırakır).

Allah'ın dalâlette bıraktığı kişi davetten yüz çeviren kişidir.

46/AHKÂF-32:
Ve Allah'ın davetçisine icabet etmeyen kimse, yeryüzünde (Allah'ı) aciz bırakacak değildir. Ve onun Allah'tan başka dostları yoktur. İşte onlar apaçık dalâlet içindedirler.

Davete icabet etmeyenler, Resûlün, Allah'a ulaşmayı dileme davetine icabet etmeyenlerdir.

20/TÂHÂ-123:
(Allahû Tealâ şöyle) dedi: “İkiniz oradan (aşağı) inin! Hepiniz (şeytan ve siz), birbirinize düşman olarak. Bundan sonra Benden size mutlaka hidayet gelecek. O zaman kim hidayetime tâbî olursa artık o, dalâlette kalmaz ve şâkî olmaz.”

Hidayete tâbî olan kişi, Allah'a ulaşmayı dileme davetine icabet eden kişidir.

78/NEBE-39:
İşte o gün (mürşidin eli Hakk'a ulaşmak üzere öpüldüğü ve ona tâbî olunduğu gün), Hakk günüdür. Dileyen (Allah'a ulaşmayı dileyen) kişi, kendisine Rabbine ulaştıran (yolu, Sıratı Mustakîm'i) yol ittihaz eder. (Allah'a ulaşan kişiye Allah) meab (sığınak, melce) olur.

Allah'a ulaşmayı dileme davetine icabet eden kişiyi Allah, mürşidine ulaştırır ve kişi 12 ihsanla tâbiyeti gerçekleştirir. Mürşidine tâbî olan kişi,dört ayrı cepheden birden hidayete adım atar.

Kişinin ruhu, Allah'a doğru yola çıkar. Ruh hidayete adım atmıştır, vücuttan ayrılır. Allah'a ulaştıran yola ulaşır (Nebe-39).

Fizik vücut, hidayete adım atar. Nefs tezkiyesine paralel olarak, şeytana kul olmaktan kurtulmaya, Allah'a kul olmaya başlar.

Nefs, tezkiye olarak hidayete adım atar. Nefsin afetleri giderek azalacaktır ve nefs böylece tezkiyeye, afet temizliğine başlayacaktır.

İrade de hidayete adım atar. Nefste karanlıkların azalmasına paralel olarak irade güçlenmeye başlar.

Öyleyse bunlardan hiçbirisi, bu insanlarda hiçbir şekilde olmayacaktır. Bu sebeple de tabiatıyla onlar daima dalâlette kalacaklardır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KATAGORİLER