Bir insan, Allah'a ulaşamayı dilemedikçe dalâlettedir.
Allah'a
ulaşmayı dilediği andan itibaren hidayete adım atar. Evvelâ Allah'a ulaşmayı
dilemelidir. Allah'ın ona ardarda vereceği on iki ihsanla, gösterdiği mürşide
ulaşması, onun önünde tövbe etmesi lâzımdır. 10 âyet-i kerime Allah'a ulaşmayı
dilemeyenlerin [ve dolayısıyla mürşidlerine 12 ihsanla ulaşmayanların (tâbî
olmayanların)] dalâlette olanlar olduğunu söylemektedir.
Allahû Tealâ burada hüsranda olmak, dalâlette olmak ve hidayete ermemek gibi 3 kavramdan bahsetmektedir. Kur'ân-ı Kerim'in skalasında, bütününde, 28 basamakta, hüsranda olanlar, günahları sevaplarından fazla olan, Allah'a ulaşmayı dilemeyen insanlardır.
Allahû Tealâ burada hüsranda olmak, dalâlette olmak ve hidayete ermemek gibi 3 kavramdan bahsetmektedir. Kur'ân-ı Kerim'in skalasında, bütününde, 28 basamakta, hüsranda olanlar, günahları sevaplarından fazla olan, Allah'a ulaşmayı dilemeyen insanlardır.
23/MU'MİNÛN-103:
Ve men haffet mevâzînuhu fe
ulâikellezîne hasirû enfusehum fî cehenneme
hâlidûn(hâlidûne).
Ve kimin mizanı (sevap tartıları) hafif
gelirse, işte onlar, nefslerini hüsrana düşürenlerdir. Onlar, cehennemde
ebediyyen kalacak olanlardır.Onların kaybettikleri dereceler, kazandıkları derecelerden mutlaka büyük olacaktır. Bu yüzden gidecekleri yer ateştir. Yani onlar hüsranda olanlardır.
10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ
vatme'ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ
gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta
iken ruhlarını Allah'a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı
olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil
olanlardır.
10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû
yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler)
gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).Öyleyse insanlar, Allahû Tealâ'ya ulaşmayı dilemiyorlarsa hüsrandadır. Zaten bunları yapabilen insanların Allah'a ulaşmayı dilemesi hiçbir zaman söz konusu değildir. "Aynı zamanda dalâlettedirler."
28/KASAS-50: Fe in lem yestecîbû leke fa’lem ennemâ yettebiûne ehvâehum,
ve men edallu mimmenittebea hevâhu bi gayri huden minallâh(minallâhi), innallâhe
lâ yehdil kavmez zâlimîn(zâlimîne).
Kişi davetçinin Allah'a ulaşmayı dileme davetine icabet etmemiştir bu âyet-i kerime gereğince.
18/KEHF-17: Ve tereş şemse izâ taleat tezâveru an kehfihim zâtel yemîni
ve izâ garabet takrıduhum zâteş şimâli ve hum fî fecvetin minh(minhu), zâlike
min âyâtillâh(âyâtillâhi), men yehdillâhu fe huvel muhted(muhtedi), ve men
yudlil fe len tecide lehu veliyyen murşidâ(murşiden).
Allah'ın Kendisine ulaştırdığı kişiler, Allah'a ulaşmayı dileme davetine icabet edenlerdir.
45/CÂSİYE-23: E fe reeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ
ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveh(gışâveten),
fe men yehdîhi min ba’dillâh(ba’dillâhi), e fe lâ
tezekkerûn(tezekkerûne).
Hevasını kendisine ilâh edinen
kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu ilim (onun faydasız ilmi) üzere dalâlette
bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun basar (görme)
hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Bu durumda Allah'tan sonra onu kim
hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?Hevasını kendisine ilâh edinen kişi, resûlün Allah'a ulaşmayı dileme davetine faydasız ilmi sebebiyle icabet etmeyen kişidir.
62/CUMA-2: Huvellezî bease fîl ummiyyîne resûlen minhum yetlû aleyhim
âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû
min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin).
Ümmîler arasında,
kendilerinden bir resûl beas eden (görevlendiren) O'dur. Onlara, O'nun
(Allah'ın) âyetlerini okur, onları tezkiye eder (nefslerini temizler), onlara
Kitab'ı (Kur'ân-ı Kerim'i) ve hikmeti öğretir. Ve daha önce (Allah'a ulaşmayı
dilemeden evvel) elbette onlar, sadece açık bir dalâlet içinde
idiler."Resûlün, Allah'a ulaşmayı dileme davetine icabet etmeyen önce dalâlettedir." buyuruyor Allahû Tealâ.
3/ÂLİ İMRÂN-164:
Andolsun ki Allah, mü'minlerin (başlarının)
üzerine (devrin imamının ruhu) bir ni'met olmak üzere (onların aralarında, kendi
kavminin içinde) kendilerinden bir resûl beas eder. Onlara O'nun (Allah'ın)
âyetlerini tilâvet eder, onları tezkiye eder ve onlara kitap ve hikmeti öğretir.
Ondan evvel (Allah'a ulaşmayı dilemeden evvel) onlar gerçekten açık bir dalâlet
içinde idiler.Cuma Suresi 2. âyetiyle aynı açıdan dalâleti anlatmış, Yüce Rabbimiz.
16/NAHL-36:
Ve andolsun ki Biz, bütün
ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl beas ettik (hayata getirdik,
vazifeli kıldık). (Allah'a ulaşmayı dileyerek) Allah'a kul olsunlar ve taguttan
(insan ve cin şeytanlardan) içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar) diye.
Onlardan bir kısmını, (Resûlün daveti üzerine Allah'a ulaşmayı dileyenleri)
Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının (dilemeyenlerin) üzerine dalâlet hak
oldu. Artık yeryüzünde gezin. Böylece yalanlayanların akıbetinin, nasıl olduğuna
bakın (görün).Resûlün, Allah'a ulaşmayı dileme davetine icabet etmeyenlerin üzerine dalâlet hak olmuştur.
39/ZUMER-23:
Allah, ihdas
ettiği (nurların) ahsen olanlarını (rahmet, fazl ve salâvâtı), ikişer ikişer
(salâvât-fazl ve salâvât-rahmet), Kitab'a müteşabih (benzer) olarak indirdi.
Rab'lerinden huşû duyanların ciltleri ondan ürperir. Sonra onların ciltleri ve
kalpleri Allah'ın zikriyle yumuşar, sükûnet bulur (yatışır). İşte bu, Allah'ın
hidayetidir, dilediğini onunla hidayete erdirir. Ve Allah, kimi dalâlette
bırakırsa artık onun için bir hidayetçi yoktur.Resûlün davetine icabet etmemek suretiyle Allah'a ulaşmayı dilemeyen kişiyi Allahû Tealâ o kişiyi hidayete erdirecek hidayetçiye ulaştırmaz.
7/A'RÂF-186:
Allah kimi dalâlette
bırakırsa, artık onun için bir hidayetçi (hidayete erdiren) yoktur. Ve onları
azgınlıkları (isyanları) içinde şaşkın (bir halde) terkeder
(bırakır).Allah'ın dalâlette bıraktığı kişi davetten yüz çeviren kişidir.
46/AHKÂF-32:
Ve Allah'ın davetçisine icabet etmeyen kimse, yeryüzünde
(Allah'ı) aciz bırakacak değildir. Ve onun Allah'tan başka dostları yoktur. İşte
onlar apaçık dalâlet içindedirler.Davete icabet etmeyenler, Resûlün, Allah'a ulaşmayı dileme davetine icabet etmeyenlerdir.
20/TÂHÂ-123:
(Allahû Tealâ şöyle) dedi: “İkiniz oradan (aşağı)
inin! Hepiniz (şeytan ve siz), birbirinize düşman olarak. Bundan sonra Benden
size mutlaka hidayet gelecek. O zaman kim hidayetime tâbî olursa artık o,
dalâlette kalmaz ve şâkî olmaz.”Hidayete tâbî olan kişi, Allah'a ulaşmayı dileme davetine icabet eden kişidir.
78/NEBE-39:
İşte o gün (mürşidin eli Hakk'a ulaşmak üzere
öpüldüğü ve ona tâbî olunduğu gün), Hakk günüdür. Dileyen (Allah'a ulaşmayı
dileyen) kişi, kendisine Rabbine ulaştıran (yolu, Sıratı Mustakîm'i) yol ittihaz
eder. (Allah'a ulaşan kişiye Allah) meab (sığınak, melce) olur.Allah'a ulaşmayı dileme davetine icabet eden kişiyi Allah, mürşidine ulaştırır ve kişi 12 ihsanla tâbiyeti gerçekleştirir. Mürşidine tâbî olan kişi,dört ayrı cepheden birden hidayete adım atar.
Kişinin ruhu, Allah'a doğru yola çıkar. Ruh hidayete adım atmıştır, vücuttan ayrılır. Allah'a ulaştıran yola ulaşır (Nebe-39).
Fizik vücut, hidayete adım atar. Nefs tezkiyesine paralel olarak, şeytana kul olmaktan kurtulmaya, Allah'a kul olmaya başlar.
Nefs, tezkiye olarak hidayete adım atar. Nefsin afetleri giderek azalacaktır ve nefs böylece tezkiyeye, afet temizliğine başlayacaktır.
İrade de hidayete adım atar. Nefste karanlıkların azalmasına paralel olarak irade güçlenmeye başlar.
Öyleyse bunlardan hiçbirisi, bu insanlarda hiçbir şekilde olmayacaktır. Bu sebeple de tabiatıyla onlar daima dalâlette kalacaklardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
KATAGORİLER