Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım!
Allah'a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha siz sevdiklerimizle
birlikteyiz.
Seven, sevene koşar. Sevmeyen, sevmediğinden kaçar.
Sevgili kardeşlerim! Biz sizlerin merkezinde olanlarız. Allah'a doğru koşan, bize doğru koşar.
Allah,
dostlarını seçerken kimseye sormaz. Allah seçer ve seçtiğine yetkiler
verir. Allah için olmanın dereceleri, verdiği yetkinin seviyesine
bağlıdır. Her devirde bir devrin imamı daima vardır. Hiç kimse: "Ben
devrin imamıyım." diye ortaya çıkamaz. Allahû Tealâ'nın bunu bizatihi
bildirmesi ve emretmesi asıldır.
Devrin imamı
demek, huzur namazının imamı demektir. Nasıl yeryüzünde, her tarafta,
İslâm âleminde namazlar kılınıyorsa, 7. gök katının 7. âleminde de yani
İndi İlâhi'de de huzur namazı kılınır. Huzur namazının imamı aynı
zamanda devrin imamıdır. İşte sizlere defalarca uzun uzun anlatmıştık;
huzur namazı nasıl kılınır, en başta kim vardır? En başta olanın yani
namazı kıldıranın asıl sahibi nebîlerdir. Nebîler Sultanı Hz. Muhammed
Mustafa (S.A.V) Efendimiz, Son Nebî idi. Allahû Tealâ Kur'ân-ı Kerim'de
diyordu ki:
33/AHZÂB-40: Mâ
kâne muhammedun ebâ ehadin min ricâlikum, ve lâkin resûlallâhi ve
hâtemen nebiyyin(nebiyyine), ve kânallâhu bi kulli şey’in alîmâ(alîmen).
Muhammed
(A.S), sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası olmamıştır (değildir).
Fakat Allah’ın Resûl’ü ve Nebîler’in (Peygamberler’in) Hatemi’dir
(Sonuncusu). Allah, herşeyi en iyi bilendir.Allahû Tealâ: "Muhammed, içinizden hiçbir erkek çocuğunun babası değildir. O, Allah'ın Resûl'ü ve Nebîlerin Hatemi'dir (sonuncusudur). Nebîlik (peygamberlik) müessesesi O'nunla son bulacaktır." diyor.
Böylece
Peygamber Efendimiz (S.A.V), Son Nebî olarak yaşadı ve O'ndan sonra bir
daha nebî (peygamber) gelmesi hiçbir zaman mümkün değildir.
İblis,
nebî kavramıyla resûl kavramını özel bir şekilde değiştirmek suretiyle
insanları (İslâm âlemini) darmadağın etmiş. Kur'ân-ı Kerim'de nebîler,
kendilerine kitap verilen peygamberlerdir. Bütün nebîler aynı zamanda
mutlaka resûldürler. Risalet müessesesi kesintisizdir.
Allahû Tealâ Mu'minûn Suresinde buyuruyor ki:
23/MU'MİNÛN-44: Summe
erselnâ rusulenâ tetrâ, kullemâ câe ummeten resûluhâ kezzebûhu fe
etbâ’nâ ba’dahum ba’dan ve cealnâhum ehâdîs(ehâdîse), fe bu’den li
kavmin lâ yu’minûn(yu’minûne).
Sonra Biz,
resûllerimizi ardarda (arası kesilmeksizin) gönderdik. Her ümmete resûlü
geldiği zaman, her defasında onu yalanladılar. Biz de onları birbiri
arkasından (helâk ettik). Ve onları efsane kıldık. Artık mü’min olmayan
kavim (Allah’ın rahmetinden) uzak olsun."Biz bütün kavimlere ardarda resûller göndeririz. Onlardan resûller göndeririz."
Allahû
Tealâ bütün kavimlere resûl gönderiyor. Daha açık bir ifadeyle, o
kavimden birisini resûl tayin ediyor. Allah'ın tayin ettiği bu kişi, o
kavmin içindendir.
Allahû Tealâ: "Resûller
ardarda gelir." diyor. Peygamber Efendimiz (S.A.V) nebî resûldür. O
nübüvvetinden sonra, kendi ülkesinde de resûller bir bir gelmiştir. Ama
resûller, risaleti Allahû Tealâ kendilerine emrederse açıklarlar.
Açıklamak yetkisinde değildirler. Velî resûller için de, nebî resûller
için de durum aynıdır.
Peygamber Efendimiz (S.A.V) Son Nebî idi.
Bütün
nebîler aynı zamanda resûl olduğu cihetle, aynı zamanda da resûldür.
Allahû Tealâ diyor ki: "Kıyâmete kadar her kavimde bir resûl beas
edeceğiz. Her kavimde bir resûl mutlaka var olacak."
Şimdi böyle bir müesseseyi bozmak için şeytan ne yapabilirdi? Yapması
lâzımgelen şeylerden bir tanesi; nebî ve resûl kavramlarını karışık,
içinden çıkılmaz bir hale getirmekti. Bunu yaptı. "Resûller, kendilerine
kitap verilen peygamberlerdir." diye bir açıklama, bizim zamanımıza
kadar devam etti. Herkes öyle zannetti. "Resûller, kendilerine kitap
verilen peygamberlerdir. Nebîler ise kendilerine kitap verilmeyen
peygamberlerdir." Böyle söylendi.
Sevgili
kardeşlerim! Asıl ifadesiyle (Farsça ifadesiyle), nebî (peygamber);
kendisine mutlaka bir şeriat kitabı verilen, diğer resûllerden üstün bir
hüviyeti (pozisyonu) olan birisidir. Allah'tan doğrudan emri alır ve o
emri mutlaka îfa eder. Aynı zamanda resûl olduğu için, "diğer
resûllerden" ifadesini kullandık.
Bütün nebîler,
Allah'ın tasarrufu altındadır. Tasarrufun altında sadece bir kişi olur.
O kişi, devrin imamıdır. İşte peygamberlerin olmadığı devirde de devrin
imamları hep var olmuştur. Her devirde o devrin bir imamı, mutlaka İndi
İlâhi'de görev alır. O zaman nebîlerin olmadığı bir devirde mutlaka
resûllerden birisi vekâleten devrin imamı olacaktır.
Devrin
imamı; eğer o devirde bir nebî varsa asaleten imamdır, asaleten devrin
imamıdır, nebîdir. Eğer o devirde bir nebî yoksa bir velî resûl,
peygamber yerine peygamber olmayan bir velî resûl vekâlet edecektir.
Velî resûller nebî olamazlar.
Nübüvvet
müessesesi, insan için kâinattaki en üstün müessesedir. Nübüvvet,
peygamberliktir. Allah'ın bu vazifeyi verdiği kişi yani devrin imamı
olmak vazifesini verdiği kişi eğer peygamberse o, nübüvvetin sahibidir.
Ama biliyorsunuz ki; Peygamber Efendimiz (S.A.V) devrinin imamıydı,
huzur namazının imamıydı ve nübüvvet olarak bu görevi almıştı yani
nebîydi. Olması lâzımgelen aslında budur.
Huzur
namazının imamı aslında bir nebî resûl'dür. Onun için makam, nübüvvet
makamı olduğu cihetle, nebîler aslî olarak zamanlarının huzur namazının
imamıdırlar. Asaleten bu görevi yürütürler. Ama Hz. İbrâhîm'den başlayan
bu dizayn, Hz. Musa ile Hz. İsa ile Hz. Muhammed Mustafa Efendimiz
(S.A.V) ile devam etti.
Nübüvvet herkese
verilemez. Nübüvvet, üstün insan olmayı gerektirir. Peygamber Efendimiz
(S.A.V), o üstünlüğün sahibiydi. Son nebî olarak görevlendirildi. Huzur
namazının imamlığı vazgeçilmez bir müessese olduğu için, mutlaka huzur
namazının günde 7 vakit kılınması gerektiği için, orada bu görevi
yapacak olan bir kişinin mutlaka görev alması gerekiyor. Bu sebeple
peygamberlerin olmadığı devredeki geçen zaman aralarında Allahû Tealâ,
resûllerden birini huzur namazının imamı kılar. Çünkü nebî yoktur.
Nebîlerin olmadığı devirlerde, resûllerden birisi huzur namazının imamı
olarak görev alır. İşte o, devrin imamıdır. Ama vekâleten devrin
imamıdır. Devrin imamı nebî olsaydı, o görevi yapacak olanın vekili
sıfatıyla bu görevi gerçekleştirebilir.
Sevgili
kardeşlerim! Allahû Tealâ'nın dizaynı içersinde görev, hiçbir zaman boş
bırakılmaz. Bu sebeple nebîlerin bulunmadığı bütün devirlerde, Allahû
Tealâ velî resûllerinden birini huzur namazının imamı olmakla
vazifelendirir. Başka bir alternatif de yoktur. Nebî mevcut olmadığı
için bu görev vekâleten yürütülecektir. İşte bu devirdeki huzur
namazının imamı; O, Biziz. Hayatta kaldığımız sürece bu görev bize
Allahû Tealâ tarafından emanet edilmiştir ve bu görevi bir ömür boyu
sürdürmekle vazifeli kılındık.
Sevgili
kardeşlerim! Nebî ve resûllük kavramları insanlar tarafından sadece
birbirine karıştırılmamış, çok yanlış da anlaşılmıştır. Zannedilir ki
resûller peygamberdir; nebîler peygamber olmayan resûllerdir. Eğer
nübüvvet müessesesi böyle anlaşılıyorsa, bu büyük bir hatadır. Allahû
Tealâ "peygamberlik" kelimesinin tam karşılığının "nebî" kelimesi
olduğunu ifade ediyor. Nebî; peygamberdir. Ama resûl kelimesini tek
başına aldığınız zaman peygamberler için de kullanılabilir. Ama risalet,
peygamber olmayan huzur namazının imamlarını da kaplamaktadır.
Allah'ın
huzurunda kılınan huzur namazının devrin imamı mutlaka var olacaktır.
İnsanlık var olduğu sürece huzur namazının imamı da mutlaka var
olacaktır. İslâm'dan birisi Allahû Tealâ tarafından bu konuda
seçilecektir. Kendisine tebligat yapılacak ve Allahû Tealâ ona ilim
öğretecektir. İşte şuna sonsuz hamd ve şükrediyoruz ki; Allahû Tealâ
bize o ilmi, Kur'ân ilmini öğretti. Dünya üzerinde Allahû Tealâ bize 19
ciltten oluşan 8536 sayfalık, 19 ciltlik bir Kur'ân açıklaması yaptırdı.
Sevgili kardeşlerim! Biz sadece bir insanız.
Hiçbir şey bildiğimizi iddia etmiyoruz. Söylediğimiz şudur ki; neyi
biliyorsak, onu bize insanlar değil Allah öğretti. Size neyi
öğretmişsek... 19 cilt Kur'ân-ı Kerim'in esaslarını biz sizlere hep
anlattık. Hamdolsun ki, elimizde 19 cilt Kur'ân-ı Kerim mevcut; 8536
sayfa. Sevgili kardeşlerim! Bu bir eserdir. Bize en çok huzur veren
tarafı, onun bütün açıklamalarının bize Allahû Tealâ tarafından
yazdırılmasıdır.
Bizim Kur'ân-ı Kerim'imizin dışındaki bütün Kur'ân'ları incelediğiniz zaman, 2 âyet-i kerime sizin dikkatinizi çekmeli:
Âli İmrân-73: "İnnel hudâ hudâllâh"
Bakara-120: "İnne hudâllâhi huvel hudâ"
ÂLİ İMRÂN-73: Ve
lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ
ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi
yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Ve
(Ehli Kitap): “Sizin dîninize tâbî olandan başkasına inanmayın.”
(dediler). (Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki hidayet Allah'a
ulaşmaktır. (İnsanın ruhunun ölmeden önce Allah’a ulaşmasıdır.) Size
verilenin bir benzerinin, bir başkasına verilmesidir.” Yoksa onlar,
Rabbiniz'in huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki:
“Muhakkak ki fazl Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah,
Vâsi’dir (ilmi geniştir, herşeyi kapsar), Alîm'dir (en iyi bilendir).
2/BAKARA-120: Ve
len terdâ ankel yahûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum kul inne
hudâllâhi huvel hudâ ve le initteba’te ehvâehum ba’dellezî câeke minel
ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).
Ve sen onların dînine tâbî olmadıkça (uymadıkça) ne yahudiler ve ne de
hristiyanlar senden asla razı olmazlar. De ki: “Muhakkak ki Allah’a
ulaşmak (Allah’ın kendisine ulaştırması) işte o, hidayettir.” .
Sana gelen ilimden sonra eğer gerçekten onların
hevalarına uyarsan, senin için Allah’tan bir dost
ve bir yardımcı yoktur.
"Devrin imamı kimdir?" diye sorarsanız; bu iki âyet-i kerimeye bakıp cevap vereceksiniz. Çünkü hiç kimse, yazmış olduğu Kur'ân-ı Kerim'leri bundan sonra değiştiremez.
"innel hudâ hudallâh..."
"inne: muhakkak ki
el hudâ: hidayet
hudallâh: Allah'a ulaşmaktır."
hudallâh: Allah'a ulaşmaktır."
Diğeri: "İnne hudâllâhi huvel hudâ"
"inne: muhakkak ki
hudâllâhi: Allah'a ulaşmak,
huve: işte o
el hudâ: hidayettir."
hudâllâhi: Allah'a ulaşmak,
huve: işte o
el hudâ: hidayettir."
Sevgili
kardeşlerim! Bu noktada çok dikkatli olarak söylediğimiz söze bir
açıklama getirmek üzere kendinizi hazırlayın ki; Allah'ın bize
yazdırdığı Kur'ân-ı Kerim dışındaki bütün mealler, "İnnel hudâ
hudallâhi" da, "İnne hudâllâhi huvel hudâ" açıklama aslını da; "Hidayet
doğru yoldur." şeklinde tercüme etmişler, Türkçe'ye çevirmişler. O
kadar Kur'ân-ı Kerim arasında sadece bir Kur'ân-ı Kerim, bizim 19
ciltlik, 8536 sayfalık Kur'ân-ı Kerim dizaynımız, sadece o, sadece bir
tek Kur'ân-ı Kerim, sadece bizim Kur'ân-ı Kerim'imiz, oradaki gerçek
mânâyı Allahû Tealâ'dan öğrenerek bünyesine almıştır.
Öyleyse
biz, aslında dîn ve ilim açısından, dîn ilmi açısından bir değer
olduğumuzu ifade etmiyoruz. Biz bir hiçiz. Ama biz Allah'ın bir
kalemiyiz. Ama biz Allah'ın telefonuyuz. Ama biz Allah'ın emirlerini
alır, sizlere ulaştırırız.
Öyleyse "Bu devirde
Allah'tan emir alabilen, insanlara ulaştırabilen birisi var mı?" diye
soruyorsanız; bunun cevabını bize sormayın. Biz: "Evet. Bizden
alıyorsunuz." diyoruz. Ama siz, bizim dışımızda olan bizi izleyenler ve
dinleyenler! Hacet namazını kılıp, sizler bizi Allah'tan sormak
zorundasınız. Çünkü Kur'ân-ı Kerim'de "hidayet" kelimesi kaybolmuştur.
Hidayet müessesesi "doğru yol" olarak değerlendirmiştir. Öyleyse biz
hidayetin bugünkü temsilcisiyiz. Hidayete eren ve erdiren kişi;
Mehdi'dir.
Şimdi sevgili kardeşlerim, hidayetin
mânâsının dahi bilinmediği bir ortam düşünün. Bunca Kur'ân-ı Kerim
çıkmış, bütün Kur'ân-ı Kerim'lerde o iki âyet-i kerime, hidayeti en açık
anlamda belirten iki âyet-i kerime "Hidayet, doğru yoldur." gibi bir
ifadeyle gerçek anlamı yok edilerek devre dışı bırakılmıştır. O halde
biz hidayetin bugünkü sahibi miyiz? Bütün Kur'ân-ı Kerimler, bütün
âlimler, dîn adına bütün ahkâm kesenler, hidayeti "doğru yol" olarak
değerlendirmişlerse ve âyet-i kerime; doğru yol olarak değil, "Hidayet,
Allah'a ulaşmaktır." diyorsa, bütün Kur'ân-ı Kerim'lerde bu gizlenmişse
ve Allah'ın bize öğrettiği bu öğretiyi biz, kendi Kur'ân-ı Kerim
mealimizde tek bir Kur'ân-ı Kerim olarak -başka hiçbir Kur'ân-ı Kerim
mealinde de böyle bir ifadeyi hiçbir zaman bulmanız mümkün değildir-
vermişsek...
Kur'ân-ı Kerim mealleri yazılmış ve
piyasaya çıkmıştır. O piyasaya çıkan bütün Kur'ân-ı Kerim meallerinin
hiçbirisinde bu muhtevada bir değişiklik yapılmamıştır. "Hidayet doğru
yoldur." denmiş ve herşey öylesine bir sisin arkasında kaybolmuştur ki;
hidayetin ne olduğu kimse tarafından anlaşılamamıştır.
Oysaki
hidayetin tarifi bu kadar basit! Hidayet; insan ruhunun o kişi dünya
hayatını yaşarken yani ölmeden evvel Allah'a ulaşmasıdır. Öldükten sonra
herkesin ruhu Allah'a geri döner. Ölüm, bir fizik vücudunun görev
süresinin bitmesi işlemidir. İnsanlar (fizik vücutlar) ölür ama onun
içindeki ruh, Allah'a geri dönecektir. Eğer kişi daha evvel ruhunu
Allahû Tealâ'ya ulaştırmamışsa, ölünce vücudundan ayrılan ruhunu Azrail
(A.S) ile O'nun yardımcıları beraberlerine alarak Allah'a ulaştırırlar.
Ama bizler gibi ruhlarını Allah'a ulaştıranlar için böyle bir işlem söz
konusu değildir. Sevgili kardeşlerim! Bu kişinin vücudunda artık ruh
yoktur. İşte şu anda sizinle ruhsuz bir insan konuşuyor. Bizim de
vaktiyle ruhumuz vardı. Hamdolsun ki; hidayete erdik. Allah ruhumuzu
Kendisine ulaştırdı. Tüm kardeşlerimiz için de aynı şey söz konusudur.
Bu dünya hayatını yaşarken, hepsi ruhlarını Allah'a ulaştırmışlardır.
Belki burada daha doğru bir ifade kullanmak lâzım; onlar Allah'a
ulaşmayı diledikleri için, Allah onların ruhlarını Kendisine
ulaştırmıştır. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
42/ŞÛRÂ-13: Şerea
lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ
vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû
fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî
ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah)
dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati);
“Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara
ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet
ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları,
kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi.
Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır
(ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).Allahû Tealâ: "Allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb: Allah dilediği kişiyi, dilediğini Kendisine seçer." diyor. İnsanların %95'den fazlasını seçer. En azından %90'dan fazlasını Allahû Tealâ Kendisine seçer. Ama sadece bütün o seçtikleri arasından Allah'a ulaşmayı dileyenleri Kendisine ulaştırır. Dilek, mutlaka bizden olması gerekir. Bu dilek varsa, o kişinin ruhu Allah'a ulaşır. Çünkü Allahû Tealâ: "Kim Bana ulaşmayı dilerse, Ben onu Kendime ulaştırırım." diye söz vermiş. Bu sözünü mutlak olarak yerine getirir.
Öyleyse
sevgili kardeşlerim, Allah'a ulaşmayı dilemiş olmayanlar; onların
ruhları vücutlarındadır. Ruh, dilediği zaman vücudu terk eder,
dilediğini yapar ama tekrar dönüş yeri mutlaka o fizik vücuttur. Başka
sığınacak yeri yoktur. Eğer kişi Allah'a ulaşmayı dilemez, mürşidine
tâbî olmazsa, o zaman ruhu ölene kadar vücudunda kalacaktır. Ölümle
beraber fizik vücut, o ruhun sığınağı olmaktan çıkacağı için, artık ruha
sığınaklık etmek imkânına sahip olamayacağı için, ruh vücuttan Azrail
(A.S) tarafından alınır ve Allah'a ulaştırılır. Her hâlükârda ruh
Allah'a ulaşacaktır.
Bir seyr-i sülûk yoluyla
Allah'a ulaşmayı dileyen insanların, göğün 1., 2., 3., 4., 5., 6. ve 7.
katlarına diğer ruhlarla beraber yükselebilmesi, 7. katta 7 tane âlemden
geçmesi ve sonra önemli olan zikir hücrelerinde zikirlerini
tamamlamaları, bu zikirlerini tamamlamalarından sonra Sidretül
Münteha'ya ulaşmaları, oradan da dikey bir yolculukla Allah'ın Zat'ına
ulaşıp Allah'ın Zat'ında ifna olmaları (yok olmaları) söz konusudur. Ne
olur? Allahû Tealâ'ya ait olan Allah'ın ruhu, Allah'ın üfürdüğü ruh,
Allah'tan gelmiştir ve tekrar gerçek sahibi olan Allah'a, bir emanet
olarak yaşadığı insandan geriye dönüp ulaşmıştır. Herkes için son
aynıdır.
Burada olay açık ve kesin olarak
belirlenmelidir. Çünkü insan; fizik vücut, ruh ve nefsten oluşur. Ne
zaman Allah'a ulaşmayı dileyip de bu dilekten sonra Allah ona mürşidini
gösterip mürşidine ulaştığı zaman, ruhu vücudundan ayrılacaktır. Allahû
Tealâ ne diyor?
SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra
(Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine)
ruhundan üfürdü ve sizler için sem’î (işitme hassası), basar (görme
hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az
şükrediyorsunuz.Allahû Tealâ: "Ve nefeha fîhi min rûhihî" diyor.
"Ve nefeha: Biz, ona üfledik.
fîhi: içine (onun içine)
min rûhihi: ruhundan."
fîhi: içine (onun içine)
min rûhihi: ruhundan."
Allahû
Tealâ: "Ruhumdan üfledim." diyor. "ruhenâ" demiyor. "Ruhumuzdan"
ifadesini kullanmamış. Allahû Tealâ: "Ben insanın içine ruhumdan
üfürdüm." diyor. O üfürdüğü ruhunu da geri istiyor.
Sevgili
kardeşlerim! Biz Allah'tan bunları öğrenip de size açıklayıncaya kadar
bizim dışımızda hiç kimse böyle bir açıklamayı yapmamıştır;
yapamamıştır. Çünkü Allahû Tealâ'dan onu öğrenmemiştir. Neden
bahsediyoruz? Kur'ân meallerinden bahsediyoruz. Açın bütün Kur'ân-ı
Kerim meallerini, tek tek inceleyin. O iki âyet-i kerimeye dikkatle
bakın.
Âli İmrân-73: "İnnel hudâ hudallâhi"
Bakara-120: "İnne hudâllâhi huvel hudâ"
Sevgili
kardeşlerim! Burada son derece önemli bir konuya temas ettik. Neden?
Çünkü söz konusu olan şey, Kur'ân. Yanlışlıklar devri kapanmıştır. Şimdi
hidayet devrindeyiz. Hidayet devrinde, bu ilim Allah'tan alınır ve
herkese açıklanır. Allah'ın Resûl'üne her taraftan taşlar atılır. Bunlar
gayet tabiîdir. Sadece meyve veren ağaç taşlanır.
Sevgili
kardeşlerim! Allahû Tealâ'nın dizaynı içersinde, eğer biz bu doğruları
anlatıyorsak ve bütün bu Kur'ân-ı Kerim mealleri yanlışsa, o zaman
elbette bize düşman olanların sayısı pek çok olacaktır. O zaman her
türlü saldırılara muhatap olacağız. Bu da eşyanın tabiatına aykırı bir
sonuçtur.
Sevgili kardeşlerim! Şunu açık ve
kesin olarak söyleyelim ki; saldırılar bizi hiç alâkadar etmiyor. Biz,
Allah'ın gölgesinde yaşarız. Biz, Allah'ın Resûl'üyüz. Hiç kimse bunu
inkâr etmek yetkisinin sahibi değildir. Çünkü Duhân Suresinin 10, 11,
12, 13, 14 ve 15. âyetleri, Ceviz Kabuğu olayını anlatmaktadır ve o
olayda söz konusu olan kişinin resûl olduğu, hiç kimsenin iddia
edemeyeceği şekilde, inkâr edemeyeceği bir şekilde ispat edilmiştir.
44/DUHÂN-10: Fertekib yevme te’tîs semâu bi duhânin mubîn(mubînin).
Artık göğün, apaçık duman (fitne) getireceği günü gözle.
44/DUHÂN-11: Yagşân nâs(nâse), hâzâ azâbun elîm(elîmun).
(O fitne ki) insanları (insanların büyük kısmını) sarmıştır. İşte bu, elîm bir azaptır.
44/DUHÂN-12: Rabbenekşif annel azâbe innâ mû’minûn(mû’minûne).
Rabbimiz, azabı bizden kaldır. Muhakkak ki biz, mü’minleriz.
44/DUHÂN-13: Ennâ lehumuz zikrâ ve kad câehum resûlun mubîn(mubînun).
Onlara (herşeyi) açıklayan bir resûl gelmişti. (Buna rağmen resûlün söylediklerinden) ibret almadılar.
44/DUHÂN-14: Summe tevellev anhu ve kâlû muallemun mecnûn(mecnûnun).
Ve (O’NA) (şeytan tarafından vahyedilerek) “öğretilmiş” ve “deli” dediler ve sonra O’NDAN yüz çevirdiler.
44/DUHÂN-15: İnnâ kâşifûl azâbi kalîlen innekum âidûn(âidûne).
Muhakkak ki Biz, azabı biraz kaldırsak (bile), şüphesiz ki siz (şirke) dönecek olanlarsınız.Öyleyse insanların yalanları hiçbir şey ifade etmez. Biz bu güne kadar Allah için yaşadık. Ölene kadar da Allah için yaşayacağız ve Allah için öleceğiz.
Sevgili kardeşlerim! Allah'ın
bize emrettiği kaide ve usullerden hiçbirinden fedakârlık etmeyiz. Hiç
kimseye taviz vermeyiz. Bu sebeple insanlar bize düşman olacaktır;
olabilirler. Düşmanlıklarını her alanda göstereceklerdir;
gösterebilirler. Ama Allah'ın Resûl'üne, onlar bir zarar veremezler.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Bu anlattıklarımız, bütünün sizlere detaylara girmeden açıklanmasıdır.
Allahû
Tealâ'nın risaletle vazifeli kıldığı kişinin nefsindeki bütün afetleri
alması söz konusudur. Bu işlev mutlak olarak tamamlanır. Mutlaka tüm
resûller daimî zikrin sahibidirler. Onlar, daimî zikrin sahibi olmaya
bir gayretle ulaşmamışlardır. Onlar, Allahû Tealâ tarafından daimî
zikrin sahibi kılınmışlardır. Bizim için de aynı şey söz konusudur.
Zikr-i daim, arkasından bütün teslimler: Ruhun teslimi, fizik vücudun
teslimi, nefsin teslimi ve iradenin teslimi.
Sevgili
kardeşlerim! Öyleyse bir irade teslimi söz konusu olunca, ortada bir
sonuç vardır. O kişi Allah'ın tasarrufuna girmiştir. Ortaya bir sonuç
çıkıyor. Ne yaparsak, o yaptığımız şey, Allah'ın bize yaptırdığıdır.
Kendiliğimizden hiçbir şey yapma yetkisinin sahibi değiliz.
Sevgili
kardeşlerim! Bu hakikatleri bilenler için kimliğimiz en açık şekilde
Kur'ân-ı Kerim âyetleri ile tespit edilmiştir. Bütün meyve veren ağaçlar
taşlanacağı cihetle, bizim için de çok şeyler söylenebilir. Bunlar da
bizi hiç alâkadar etmez. Biz Allah'ın yaptırdıklarını yapabiliriz.
Kendiliğimizden bir şey yapmamız mümkün değildir. Allah ne dilerse onu
yaptırır. Biz serbest irademizi kullanmak imkânının sahibi olamayız.
Sevgili
kardeşlerim! Allah için yaşarız ve Allah için ölürüz. Dünya üzerinde
vücuda gelecek olaylar, bizi negatif istikamette etkileyemez. Allahû
Tealâ'nın şu dünya adı verilen gezegeninde, en yakınında olan kişi; O,
Biziz. Bu Devrin Resûl'üyüz. Kur'ân-ı Kerim de bunu açıkça ortaya
koymuştur. Hakikatler değiştirilemediği gibi, güneş balçıkla sıvanmaz.
Sevgili
kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allahû Tealâ'nın hepinizi
en güzel noktalara ulaştırması dualarımızla ve dileklerimizle
sözlerimizi burada tamamlıyoruz.
İmam İskender Ali M İ H R
(ŞEYHÜLİSLAM YAHYA EFENDİ DİVANI:1561-1644) www.ferhatbastug.com
YanıtlaSilBir âyîneyle Iskender nice benzer sana cânâ
***İSKENDER AS’IN FİZİK OLARAK GÖRÜNTÜSÜ SANA BENZER EY SEVGİLİ (Sav) EFENDİMİZ!..
Senün her bakdugun mir'ât olur `âlem-nümâ cânâ
***SENİN HER NAZAR ETTİĞİN BÜTÜN ALEMDEKİLER DE SEVGİLİ OLUR.
Hatâ ile rakîbe atma lutf it hâtırum gözle
***SAKIN HATA EDİP TE (Sav) EFENDİMİZ’İN RAKİBİ OLARAK GÖRME HATIRIM İÇİN.
Hadeng-i cân-sitânun eylemez çünkim hatâ cânâ
***CAN ALAN OK GİBİ GELİR SEVGİLİYE (Sav) HATA YAPAN. http://www.gozlemci.net/5616-seyhulislam-yahya-efendi.html
Allah razı olsun.
YanıtlaSilSAFFAT/164,165,166:Ve bizden (hiç) kimse yoktur ki, onun bilinen bir makamı olmasın.Ve muhakkak ki biz, mutlaka (Allah'ın huzurunda) saf saf duranlarız.Ve muhakkak ki biz, mutlaka (Allah'ı) tesbih edenleriz.
A'RAF/206:Muhakkak ki Allah'ın katında olanlar (huzur namazı kılanlar), O'na ibadet etmekten kibirlenmezler. Ve O'nu tesbih ederler. Ve O'na secde ederler.
SECDE/24:Ve onlardan, emrimizle hidayete erdiren imamlar kıldık ve sabır sahibi oldukları ve âyetlerimize (Hakk'ul yakîn seviyesinde) yakîn hasıl etmiş oldukları için.
ALLAH.CC SIZ FERHAT BAŞTUĞ BEKLEYİN AZ KALDI İNŞALLAH
YanıtlaSil