İster cehennem azabı deyin, ister kabir azabı deyin netice değişmez. Allah'a ulaşmayı dilemek ya da Allah'a yönelmek, bu dünya hayatında olması gereken bir vetiredir.
ÂLİ İMRÂN-10
İnnellezîne keferû len tuğniye anhum emvâluhum ve lâ evlâduhum minallâhi şey’â(şey’en), ve ûlâike hum vekûdun nâr(nâri).
Muhakkak ki Allah'tan gelen bir şeye (azaba) karşı, kâfirlere, onların malları ve evlâtları asla bir fayda vermez. Ve işte onlar, onlar ateşin yakıtıdırlar.
Allahû Tealâ, ölüm
sırasında firavunun kalp gözünü açarak diyor ki: "Şimdi görüşün keskindir,
artık hakikati gördün."
Firavun diyor ki: "Yarabbi! Beni hayata tekrar geri gönder. Sana ne kadar bağlı bir kul olduğumu ispat edeyim." Allahû Tealâ diyor ki: "Ölüm sırasında hakikatler görüldükten sonra kişinin pişmanlığına hiçbir zaman bir çözüm getirmeyiz. Ey firavun, seni, senden sonraki gelecek binlerce yıl için insanlara ibret kılacağım! Aradan binlerce sene geçse bile vücudun hiç bozulmayacak. Seni insanlar bu secde vaziyetinde görecekler. Doğrunun ne olduğunu, insanların Allah'a karşı nasıl ibadet etmesi lâzımgeldiğini o zaman öğrenecekler."
İbadet secdeyle gerçekleşiyor.
Allahû Tealâ bütün güzellikleri insanlar için dizayn etmiştir. Allahû Tealâ'nın her söylediği ayrı bir hakikati dile getirir. Herşey en güzele ulaşacak hükümlerin sahibidir. Allah hepinize mutlu olmanın bütün imkânlarını vermiş ve bunun için sizden bir tek dilekte bulunmanızı istemiştir: Allah'a ulaşmayı dileyeceksiniz. Bunu yerine getirmeniz değil, dilemeniz emredilmektedir. Çünkü siz yerine getirmeyeceksiniz; Allah yerine getirecek. Siz Allah'a ulaşmayı dilediğiniz zaman Allah'a doğru bir adım atacaksınız. O size 12 ihsanda bulunacak ve sizi, mürşidinize ulaşacak standartların hepsine sahip kılacak. Nefs tezkiyesine başlayacak standartlara getirecek. Allah size 12 ayrı cepheden yardımda bulunduktan sonra, sizi Allah'ın sizden istediği diğer şeyleri yapabilecek olan hüviyete getirdikten sonra ikinci adımı sizin atmanız yetecek. Mürşidinize ulaşacaksınız, önünde tövbe ettiğiniz zaman bu sefer de Allah'tan 7 ni'met alacaksınız ve hidayete adım atacaksınız.
ÂLİ İMRÂN-10
İnnellezîne keferû len tuğniye anhum emvâluhum ve lâ evlâduhum minallâhi şey’â(şey’en), ve ûlâike hum vekûdun nâr(nâri).
Muhakkak ki Allah'tan gelen bir şeye (azaba) karşı, kâfirlere, onların malları ve evlâtları asla bir fayda vermez. Ve işte onlar, onlar ateşin yakıtıdırlar.
Allah'a
inanan bir insan Allah'a ulaşmayı dilememişse o kâfir hüviyetindedir.
30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve
ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O'na (Allah'a) yönelin (Allah'a ulaşmayı dileyin) ve O'na
karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece)
müşriklerden olmayın.
30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve
kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara
ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla
ferahlanırlar.
34/SEBE-20: Ve lekad saddaka aleyhim iblîsu
zannehu fettebeûhu illâ ferîkan minel mûminîn(mûminîne).
Ve andolsun ki iblis, onlar üzerindeki zannını (hedefini)
yerine getirdi. Böylece mü'minleri oluşturan bir fırka (Allah'a ulaşmayı
dileyenler) hariç, hepsi ona (şeytana) tâbî oldular.
Kâfirlere malları, evlatları bir fayda vermez. Allah'a ulaşmayı dilemedikleri için yapmış oldukları amelleri de heba olmuştur.
Kâfirlere malları, evlatları bir fayda vermez. Allah'a ulaşmayı dilemedikleri için yapmış oldukları amelleri de heba olmuştur.
18/KEHF-105: Ulâikellezîne keferû bi âyâti
rabbihim ve likâihî fe habitat a’mâluhum fe lâ nukîmu lehum yevmel kıyameti
veznâ(veznen).
İşte onlar, Rab'lerinin âyetlerini ve O'na mülâki olmayı
(ölmeden evvel ruhun Allah'a ulaşmasını) inkâr ettiler. Böylece onların
amelleri heba oldu (boşa gitti). Artık onlar için kıyâmet günü mizan tutmayız.
Bunun neticesinde hasenat tartıları hafif geleceği için gidecekleri yer ateştir.
Bunun neticesinde hasenat tartıları hafif geleceği için gidecekleri yer ateştir.
23/MU'MİNÛN-103: Ve men haffet mevâzînuhu
fe ulâikellezîne hasirû enfusehum fî cehenneme hâlidûn(hâlidûne).
Ve kimin mizanı (sevap tartıları) hafif gelirse, işte
onlar, nefslerini hüsrana düşürenlerdir. Onlar, cehennemde ebediyyen kalacak
olanlardır.
23/MU'MİNÛN-104: Telfehu vucûhehumun nâru
ve hum fîhâ kâlihûn(kâlihûne).
Onların
(ızdıraptan) ekşimiş olan yüzlerini ateş yalar.
ÂLİ İMRÂN-11
Ke de’bi âli fir’avne, vellezîne min
kablihim kezzebû bi âyâtinâ, fe ehazehumullâhu bi zunûbihim vallâhu şedîdul
ıkâb(ıkâbi).
(Onların
durumu) Firavun ailesinin ve onlardan öncekilerin durumu gibidir. Âyetlerimizi
yalanladılar, bunun üzerine Allah, onları günahları sebebiyle yakaladı. Ve
Allah ikâbı (azabı) şiddetli olandır.
Firavun diyor ki: "Yarabbi! Beni hayata tekrar geri gönder. Sana ne kadar bağlı bir kul olduğumu ispat edeyim." Allahû Tealâ diyor ki: "Ölüm sırasında hakikatler görüldükten sonra kişinin pişmanlığına hiçbir zaman bir çözüm getirmeyiz. Ey firavun, seni, senden sonraki gelecek binlerce yıl için insanlara ibret kılacağım! Aradan binlerce sene geçse bile vücudun hiç bozulmayacak. Seni insanlar bu secde vaziyetinde görecekler. Doğrunun ne olduğunu, insanların Allah'a karşı nasıl ibadet etmesi lâzımgeldiğini o zaman öğrenecekler."
İbadet secdeyle gerçekleşiyor.
Allahû Tealâ bütün güzellikleri insanlar için dizayn etmiştir. Allahû Tealâ'nın her söylediği ayrı bir hakikati dile getirir. Herşey en güzele ulaşacak hükümlerin sahibidir. Allah hepinize mutlu olmanın bütün imkânlarını vermiş ve bunun için sizden bir tek dilekte bulunmanızı istemiştir: Allah'a ulaşmayı dileyeceksiniz. Bunu yerine getirmeniz değil, dilemeniz emredilmektedir. Çünkü siz yerine getirmeyeceksiniz; Allah yerine getirecek. Siz Allah'a ulaşmayı dilediğiniz zaman Allah'a doğru bir adım atacaksınız. O size 12 ihsanda bulunacak ve sizi, mürşidinize ulaşacak standartların hepsine sahip kılacak. Nefs tezkiyesine başlayacak standartlara getirecek. Allah size 12 ayrı cepheden yardımda bulunduktan sonra, sizi Allah'ın sizden istediği diğer şeyleri yapabilecek olan hüviyete getirdikten sonra ikinci adımı sizin atmanız yetecek. Mürşidinize ulaşacaksınız, önünde tövbe ettiğiniz zaman bu sefer de Allah'tan 7 ni'met alacaksınız ve hidayete adım atacaksınız.
ÂLİ İMRÂN-12
Kul lillezîne keferû se tuglebûne ve tuhşerûne ilâ
cehennem(cehenneme), ve bi’sel mihâd(mihâdu).
Kâfir
olanlara de ki: "Yakında mağlup olacaksınız, cehennenemde toplanacaksınız.
Ve (o) ne kötü bir döşektir."
Allah'a
göre kâfir konumunda olan insanların kâfir olduklarından haberdar olmamaları
işin en kötüsüdür. Bütün kâfirler için gidilecek yer cehennemdir. İnsanların
%90'dan fazlasını cehenneme götürmek için şeytanın kurduğu korkunç tuzaklardan
bir tanesi de mü'min ve kâfir kavramlarını yok etmiş olmasıdır.
Mü'min, kalbindeki îmânın; kâfir de küfrün sahibi olandır. Bütün sahâbe hak mü'mindi. Çünkü hepsi Allah'a ulaşmayı dilemişlerdi. Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e tâbî oldukları anda da Allah, kalplerinin içine îmân kelimesini yazmıştı. Böylece bütün sahâbe îmânı artan mü'min olmak şerefine ermişlerdi. Ama karşılarındaki insanlar hiçbir zaman Allah'a ulaşmayı dilemedikleri için ebediyyen kâfir olarak kalmaya mahkûmdular.
Mü'min kelimesi lügat mânâsı itibariyle îmân eden yani inanandır. İblis de buradan hareketle insanları, "Allah'a inanan mü'mindir, inanmayan kâfirdir" noktasına getirmiştir. 100 insana, zamanın her parçasında sorun:
"Allah'a inanıyor musun?" %90'dan fazlası inandığını söyleyecektir.
Başka bir günde, başka bir yerde gene 100 insana sorun:
"Mü'min misin?" %90'dan fazlası mü'min olduğunu söyleyecektir.
Bu ikincilere tekrar sorun "Niçin mü'minsin?" "Çünkü biz Allah'a inanıyoruz." Allah'a inanmak, mü'min olmanın temel şartıdır ama tek başına kimseyi mü'min kılamaz. Mü'min olmak, Allah'a ulaşmayı dilemeyi gerektirir. Ve iblisin buradaki muradı bütün insanları mü'min olduklarına inandırmaktır. İnandırırsa Mu'min Suresinin 40. âyet-i kerimesi bütün mü'minlerin mutlaka cennete gireceğini ifade ediyor:
Mü'min, kalbindeki îmânın; kâfir de küfrün sahibi olandır. Bütün sahâbe hak mü'mindi. Çünkü hepsi Allah'a ulaşmayı dilemişlerdi. Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e tâbî oldukları anda da Allah, kalplerinin içine îmân kelimesini yazmıştı. Böylece bütün sahâbe îmânı artan mü'min olmak şerefine ermişlerdi. Ama karşılarındaki insanlar hiçbir zaman Allah'a ulaşmayı dilemedikleri için ebediyyen kâfir olarak kalmaya mahkûmdular.
Mü'min kelimesi lügat mânâsı itibariyle îmân eden yani inanandır. İblis de buradan hareketle insanları, "Allah'a inanan mü'mindir, inanmayan kâfirdir" noktasına getirmiştir. 100 insana, zamanın her parçasında sorun:
"Allah'a inanıyor musun?" %90'dan fazlası inandığını söyleyecektir.
Başka bir günde, başka bir yerde gene 100 insana sorun:
"Mü'min misin?" %90'dan fazlası mü'min olduğunu söyleyecektir.
Bu ikincilere tekrar sorun "Niçin mü'minsin?" "Çünkü biz Allah'a inanıyoruz." Allah'a inanmak, mü'min olmanın temel şartıdır ama tek başına kimseyi mü'min kılamaz. Mü'min olmak, Allah'a ulaşmayı dilemeyi gerektirir. Ve iblisin buradaki muradı bütün insanları mü'min olduklarına inandırmaktır. İnandırırsa Mu'min Suresinin 40. âyet-i kerimesi bütün mü'minlerin mutlaka cennete gireceğini ifade ediyor:
40/MU'MİN-40: Men amile seyyieten fe lâ
yuczâ illâ mislehâ, ve men amile sâlihan min zekerin ev unsâ ve huve mu'minun
fe ulâike yedhulûnel cennete yurzekûne fîhâ bi gayri hisâb(hisâbin).
Kim seyyiat
(şerr, derecat düşürücü ameller) işlerse mislinden daha fazla cezalandırılmaz.
Kadınlardan veya erkeklerden kim amilüssalihat (nefsi ıslâh edici ameller, nefs
tezkiyesi) yaparsa işte onlar, (îmânı artan) mü'minlerdir. Onlar, cennete
konulacak ve hesapsız rızıklandırılacaktır.
Burada bir vak'ayla karşı karşıyayız. Eğer insanlar Allah'a inandıkları zaman mü'min olacaklarına inanmışlarsa, Allah'a inanan herkes samimiyetle bakar kendisine, gerçekten inandığını gördüğü zaman der ki: "Ben mutlaka Allah'ın cennetine gireceğim, Allah'a inanıyorum, ben mü'minim. Öyleyse ne gerek var namaz kılmaya, oruç tutmaya, zekât vermeye, hacca gitmeye, kelime-i şehadet getirmeye ve özellikle zikir yapmaya, mürşide gitmeye... Allah önce cehennemde hafif tertip leblebi gibi beni şöyle bir kavurduktan sonra cennetine alacak nasıl olsa."
Oysaki mü'min olmak sadece Allah'a inanma şartına dayalı değildir. İblis bu tuzağa ne yazık ki insanların %90'dan fazlasını düşürmeyi başarmıştır. Ve insanlar mü'min olduklarını düşünerek, bunun arkasına saklanarak Allah ile bütün ilişkilerini asırlar boyunca kesmişlerdir.
Burada bir vak'ayla karşı karşıyayız. Eğer insanlar Allah'a inandıkları zaman mü'min olacaklarına inanmışlarsa, Allah'a inanan herkes samimiyetle bakar kendisine, gerçekten inandığını gördüğü zaman der ki: "Ben mutlaka Allah'ın cennetine gireceğim, Allah'a inanıyorum, ben mü'minim. Öyleyse ne gerek var namaz kılmaya, oruç tutmaya, zekât vermeye, hacca gitmeye, kelime-i şehadet getirmeye ve özellikle zikir yapmaya, mürşide gitmeye... Allah önce cehennemde hafif tertip leblebi gibi beni şöyle bir kavurduktan sonra cennetine alacak nasıl olsa."
Oysaki mü'min olmak sadece Allah'a inanma şartına dayalı değildir. İblis bu tuzağa ne yazık ki insanların %90'dan fazlasını düşürmeyi başarmıştır. Ve insanlar mü'min olduklarını düşünerek, bunun arkasına saklanarak Allah ile bütün ilişkilerini asırlar boyunca kesmişlerdir.
BAKARA-6
İnnellezîne
keferû sevâun aleyhim e enzertehum em lem tunzirhum lâ yu’minûn(yu’minûne).
Onlar
muhakkak ki kâfirdirler. Onları ikaz etsen de etmesen de onlar için eşittir
(birdir), mü'min olmazlar.
Mü'min
olmak konusunda çok yanlış bir zan bütün toplumu kaplamıştır. Mü'min ve îmân
kelimesi aynı kökten gelir. Îmân, inanç demektir. Mü'min de îmân eden yani
inanan demektir. Lügat mânâsından hareket ettiğimiz zaman mü'min standardı
içine Allah'a inanan herkesin girmesi lâzımdır. İnsanlar böyle düşünüyorlar ve
yanılıyorlar. Diyorlar ki: "Ben Allah'a inanıyorum. Îmân inanç demek
olduğuna göre mü'min de îmânın sahibi olan olduğuna göre ben îmânın sahibiyim.
Öyleyse ben mü'minim. Gideceğim yer cennettir."
Oysaki
Kur'ân'da Allahû Tealâ, "Allah'a inananlardan sadece Allah'a ulaşmayı
dileyenler cennete, dilemeyenler cehenneme girer." diyor. Yani Allah'a
inananlardan bir insan Allah'a ulaşmayı dilemedikçe onun cennete girmesi mümkün
değildir.
Allah'a
göre mü'min olmak Allah'a inanmak vasfıyla birlikte Allah'a ulaşmayı dileme
faktörünü de muhtevasına alır. Allah'a inanan bir kişi sadece Allah'a inanıyor
diye hiçbir şekilde Allah'ın cennetine giremez. Bu kişinin Allah'ın cennetine
girebilmesi için mutlaka Allah'a ulaşmayı dilemesi lâzımdır.
Bir
kişinin mü'min olabilmesinin temel şartları şöyledir:
Allah'a
inanacak,
İnsan
ruhunun ölmeden evvel Allah'a ulaşmasına da inanacak,
Bunun
üzerine farz olduğuna da inanacak,
Allahû Tealâ
söz vermiş olduğu cihetle, Allah'a ulaşmayı dilerse kendisinin Allah'a
ulaşacağına kesin olarak inanacak.
BAKARA-7
Hatemallâhu
alâ kulûbihim ve alâ sem’ıhim, ve alâ ebsârihim gışâveh(gışâvetun), ve lehum
azâbun azîm(azîmun).
Allah
onların kalplerinin üzerini ve işitme (sem'î) hassasının üzerini mühürledi ve
görme (basar) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Onlar için azîm (büyük)
azap vardır.
Kâfirlerin
müşterek özellikleri kalbin mühürlü olmasıdır ve gördük ki Bakara Suresinin 6.
âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ kâfirlerin kalplerinin mühürlü olduğunu
söylemektedir. Kimlerin kalpleri mühürlüdür? Allahû Tealâ, Kur'ân-ı Kerim'de
açıklık getiriyor:
45/CÂSİYE-23:
E fe reeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ
sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveh(gışâveten), fe men yehdîhi min
ba’dillâh(ba’dillâhi), e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).
Hevasını
kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu ilim (onun faydasız ilmi)
üzere dalâlette bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun
basar (görme) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Bu durumda Allah'tan
sonra onu kim hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?
Bu
insanlar Allah'ın yoluna giremeyen zavallı insanlardır. Nefslerini, hevalarını
kendilerine ilâh edinen, ona tâbî olan, dalâlette olan bu insanların durumunu
Allahû Tealâ anlatmaktadır. Allah'a ulaşmayı dilemeyip, nefslerinin hevasına
tâbî olanlar, Allah'a ulaşamayı dilemeyen insanların kalpleri mühürlüdür.
kalplerindeki işitme hassasının mühürlüdür. bu kişilerin işitemediğini,
kalplerindeki basar hassasının gışavet adlı perdeyle kapalı olduğunu ve onların
göremeyeceklerini söylemektedir.
Öyleyse
kâfir ve mü'min kavramı son derece önemli iki kavram olarak karşımıza çıkmaktadır
ve âlimler bu konuda çok yanlış şeyler söylemektedirler. Diyorlar ki:
"Allah'a inanan herkes mü'mindir."
Herkese
mutlaka tebliğ yapılır. Tebliğe kayıtsız kalanların sem'î (işitme) hassalarına
ve kalplerine Allah mühür vurur ve görme (basar) hassalarına gışavet (perde)
çeker. Bu sebeplerle onlar işitemezler, göremezler ve idrak edemezler. Onlar
Allah'a inanmalarına rağmen kâfirlerdir.
Allah
razı olsun
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
KATAGORİLER