11 Haziran 2013 Salı

Hazreti Medi’nin davetine icabet edenler, kurtuluşa erenlerdir.

İster cehennem azabı deyin, ister kabir azabı deyin netice değişmez. Allah'a ulaşmayı dilemek ya da Allah'a yönelmek, bu dünya hayatında olması gereken bir vetiredir.


Bu dünya, hepimiz için bir imtihan yeri ve ahir zamanda büyük bir imtihanın içindeyiz. Zulüm ve karanlığın bütün dünyayı sarmasına rağmen, Hazreti Mehdi’ye tâbî olanlar da gün geçtikçe bir çığ gibi büyüyecek ve onunla kalpler nurlanacak, dostluk, kardeşlik, sevgi ve barış kurularak bütün dünya aydınlanacaktır. Hepimiz imtihandayız ve asla unutmamalıyız ki, Hazreti Mehdi ahir zamının bir imtihanıdır. Çünkü Rabbimiz bütün devrelerde insanları resûlleriyle imtihan eder. Hazreti Medi’nin davetine icabet edenler, kurtuluşa erenlerdir. İnsanlar ne yazık ki, Hazreti Mehdi’yi inkar etmekte ve O’nu sahte Mehdilikle suçlamaktadırlar. Ve ona engel olmaya çalışarak farkında olmadan başkalarının ve kendilerinin hidayete ermesine mâni olmakta, âyetleri inkar etmektedirler. Ve farkında olmadan, ancak kendilerini dalâlete sürüklemekte ve helâk etmektedirler.

6/EN’AM – 26:Ve hum yenhevne anhu ve yen’evne anh(anhu), ve in yuhlikûne illâ enfusehumve mâ yeş’urûn(yeş’urûne).
Ve onlar, ondan (Allah’a ulaşmaktan, hidayetten) nehyederler (men ederler, yasaklarlar) ve onlar da (kendileri de) ondan (hidayetten) uzak dururlar (yüz çevirirler). Kendilerinden başkasını helâk etmezler ve farkında olmazlar (şuurunda değiller).
Fakat daha önce de açıkladığımız gibi, Hazreti Mehdi’yi bulmak hiç de zor değildir. Hakk’ı gerçekten arayan hakikati, hakk’ın sahibi Yüce Alllah’tan sorar. Allahû Tealâ, insanları her devirde resûlleri, elçileri ile imtihan eder. Ankebut Suresinin 2. ve 3. âyetlerinde: “insanlar, îmân ettik demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı sandılar? Ve andolsun ki onlardan öncekileri de imtihan ettik. Allah sadıkları da (doğru söyleyenleri de), tekzib edenleri de (yalancıları da) mutlaka bilir.”buyuruluyor. Fakat bu âyet-i kerimelerin devamında bu âyetlerle bağlantısı olan Ankebut Suresinin 5. âyetinde, bu imtihandan maksadın Allah’a mülâki olmayı dilemek yani Allah’a ulaşmayı dilemek olduğu açık olarak görülmektedir. İmtihan budur.
Buradaki sadıklar, Allah’ın vazifeli kıldığı, insanları Ankebut Suresinin 5. âyetine göre Allah’a ulaşmaya davet eden, hakikati söyleyen salâh makamının sahibi resûllere îmân edenlerdir. Ve Allah onları mutlaka en iyi bilendir. Ve bu imtihandaki tekzib edenler ise “amenna (îmân ettik)” diyerek kendilerinin gerçek îmân ettiklerini zanneden, fakat resûlleri yalanlayan, resûllerin davetine icabet etmeyen, Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişilerdir. İşte âyetteki bu imtihanda sadıklar ile tekzib edenler onlardır. Hazreti Mehdi’de aynı şekilde insanları Allah’a ulaşmayı dilemeye davet etmektedir ve bu imtihanı kazananlar ise davete icabet edip Allah’a ulaşmayı dileyerek bir mürşide veya Hazreti Mehdi’ye tâbî olarak, Sıratı Mustakîm üzerinde olanlardır.
2/BAKARA-214: Em hasibtum en tedhulûl cennete ve lemmâ ye’tikum meselullezîne halev min kablikum messethumul be’sâu ved darrâu ve zulzilû hattâ yekûler resûlu vellezîne âmenû meahu metâ nasrullâh(nasrullâhi), e lâ inne nasrallâhi karîb(karîbun).
Yoksa siz, kendinizden önce geçenlerin başına gelenlerin, sizin de başınıza gelmedikçe, cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Onlara öylesine şiddetli belâ ve sıkıntılar (felâketler) dokundu ki, resûl ve onun yanındaki âmenû olanlar: “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyecek kadar sarsıldılar. Allah’ın yardımı mutlaka yakındır, (öyle) değil mi?
29/ANKEBUT-2,3: E hasiben nâsu en yutrekû en yekûlû âmennâ ve hum lâ yuftenûn(yuftenûne). Ve lekad fetennellezîne min kablihim fe le ya’lemennellâhullezîne sadakû ve le ya’lemenel kâzibîn (kâzibîne).
İnsanlar, “amenna (îmân ettik)” demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı sandılar? Ve andolsun ki onlardan öncekileri de imtihan ettik. Allah sadıkları da (doğru söyleyenleri de), tekzib edenleri de (yalancıları da) mutlaka bilir.
29/ANKEBÛT-4: Em hasibellezîne ya’melûnes seyyiâti en yesbikûnâ, sâe mâ yahkumûn(yahkumûne). 
Yoksa seyyiat işleyenler (kötülük yapanlar), Bizim imtihanımızı geçeceklerini mi sandılar? Hüküm verdikleri şey ne kötü!
29/ANKEBÛT-5: Men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi leât(leâtin), ve huves semîul alîm(alîmu).
Kim Allah’a mülâki olmayı (hayattayken Allah’a ulaşmayı) dilerse, o taktirde muhakkak ki Allah’ın tayin ettiği zaman mutlaka gelecektir (ruhu mutlaka hayattayken Allah’a ulaşacaktır). Ve O; en iyi işiten, en iyi bilendir.
29/ANKEBÛT-6: Ve men câhede fe innemâ yucâhidu li nefsih(nefsihî), innallâhe le ganiyyun anil âlemîn(âlemîne).
Ve kim cihad ederse, o taktirde sadece kendi nefsi için cihad eder. Muhakkak ki Allah, âlemlerden müstağnidir (hiçbir şeye ihtiyacı yoktur).
29/ANKEBUT–7:Vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti le nukeffiranne anhum seyyiâtihim ve le necziyennehum ahsenellezî kânû ya’melûn(ya’melûne).
Ve âmenû olanlar (hayattayken Allah’a ulaşmayı dileyenler) ve salih amel (nefs tezkiyesi) yapanlar, onların seyyiatlerini (günahlarını) mutlaka örteceğiz ve onları mutlaka yaptıklarının daha ahseni (güzeli) ile mükâfatlandıracağız.
Burada kısaca önemli bir konuya değinmek istiyoruz. Peygamberimiz (S.A.V) 14 asır önce Hazreti Mehdi için “O’na biat ediniz, ona katılınız”, diye bize emir buyurmuştur. Said-i Nursî Hazretleri de Hazreti Mehdinin üç büyük vazifesini ancak bütün mürşidlerin, velîlerin, cemaatlerin, (nurcular cemaatide dahil olmak üzere) Ona tâbî olarak tamamlanabileceğini söylemiştir. Hâl böyle olmasına rağmen, Efendi Hazretleri hiç kimseye illede bana tâbî olun dememektedir. Yani O sadece vazifesini yerine getirir ve sadece hakk’ı anlatır. Bir insanın hakikate ve cennet saadetine ulaşması için yerine getirmesi gereken Allah’ın bütün hakikatlerini açıklar. Ve onun için tek önemli konu insanların kurtuluşudur. Ve bütün sohbetlerinde der ki:
“Siz sadece bütün kalbinizden bir dilek dileyeceksiniz, ölmeden önce ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dileyeceksiniz, ondan sonrası Allah’a ait. Size namazı, orucu, ibadetleri ve en önemlisi zikri Allah sevdirecek, hacet namazı kılarak mürşidinizi siz Allah’tan soracaksınız ve mürsidinizi size O sevdirecek.
Allahû Tealâ sizi gösterdiği mürşidinize mutlaka ulaştıracak ve 12 ihsanla ona tâbî olacaksınız. Ondan sonra ruhunuzu siz O’na değil, ruhunuzu Kendisine Allah  ulaştıracak. Ve siz gerçekten, kalpten Allah’a ulaşmayı dilediğiniz anda Allah size birinci kat cenneti mutlaka garanti ediyor. Arkasından mürşidinize ulaşıp tâbî olduğunuzda ikinci kat cenneti ve seyr-i sülûk adlı yolcukla nefs tezkiyesine paralel olarak ruhunuzu Allah Kendisine ulaştırdığında da mutlaka üçüncü kat cenneti size garanti ediyor. İşte bu kadar kolay yani sadece bir dilekle Allah ruhunuzu Kendisine mutlaka ulaştıracağına  ve üçüncü kat cenneti size vaad ediyor. “                                                                                                                               
Yani insanlar yeter ki, Allah’a ulaşmayı dileyerek takva sahibi olsun ve Allah’tan ihsanlar alarak huşûya ulaşsın ve Allah’ın kendisi için tayin ettiği ve kendisine gösterdiği mürşidine ulaşıp tâbî olsun ve Allah’ı çok zikrederek nefsini tezkiye ve tasfiye etsin. İşte Onun için önemli olan, Onun üzerine düşen sorumluluk, hakikati bütün dünyaya duyurmaktır. İnsanların Allah’a ulaşmayı dilemesini ve kurtuluşa ulaşmasını sağlamaktır. Fakat insan olarak bizim üzerimize düşen yükümlülük ise Allah’a ulaşmayı dileyerek ve Allah’tan mürşidimizi isteyerek, mürşidimize tâbî olmak ve zikretmek, ibadetleri, Allah yolunda hizmeti yerine getirmektir.
Fakat böyle olduğu halde ahir zamanda bizim ve bütün mürşidlerin, cemaatlerin üzerine düşen en büyük sorumluluk, Hazreti Mehdi’yi bulmak, davetine icabet ederek O’na tâbî olmaktır. Çünkü her devirde bir kutup, devrin imamı bulunur. O mürşidlerin mürşididir, velîlerin velîsidir. Yani bu üç büyük vazifenin tamamlanabilinmesi için, bütün mürşidler ve cemaatler ona tâbî olması gerekiyor ki, böylece mürşidler ve önderler mürşidlerin mürşidi Hazreti Mehdi’den ilmi alsın ve bütün talebelerine, müridlerine dağıtsın ve böylece her insan Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in ve ashabının yaşadığı tek bir mezheb olan İslâmın 7 safha ve 4 teslimini yaşamaya ehil olarak Allah’a ulaşmayı dilesin ve kurtuluşa ulaşanlardan oluşan tek bir fırkaya dahil olsun.
5. (4777)- İbnu Amr İbni’l-As (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: ” Nitekim, Benî İsrail yetmiş iki millete (dine, fırkaya) bölünmüştü. Benim ümmetim de yetmiş üç millete bölünecektir. Bunlardan bir tanesi hariç hepsi ateştedir.” “Bu fırka hangisidir?” diye soruldu.
“Benim ve ashabımın üzerinde olduğu şeyden ayrılmayanlardır!” buyurdular.” [Tirmizî, İman 18, (2643).] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 13/422-423.
Yani burada açıklamak isteğimiz konu, Allahû Tealâ ahir zamanda Hazreti Mehdi ile bizi imtihana tâbî tutmaktadır. Bu imtihanı geçebilenler, onun davetine icabet ederek Allah’a ulaşmayı dileyenlerdir.
Bu kişi Allah’a ulaşmayı diler, mürşidini Allah’tan sorar ve mürşidine tâbî olup ibadetlerini, zikrini ve hizmetini yerine getirerek yoluna devam eder. Allah insanların sürekli cüzzi iradelerine, irade seçimlerine bakarak imtihan eder, velev ki bu kişi bir mürşid olsa bile!
Ahir zamanda mürşidlerin ve cemaatlerin en büyük sorumluğu Hazreti Mehdi’yi Allah’tan sormaktır. Çünkü bu devir Hazreti Mehdi’yi bulmayı gerektiren ahir zamandır. Bütün mürşidler ve cemaatler, nurcular cemaatide dahil olmak üzere aynı şekilde bu imtihanın içindedir. Çünkü onlarda Hazreti Mehdi’yi bularak tâbî olmalı ve bu ilmi ondan alarak bütün dünyaya dağıtmalıdırlar. Said-i Nursî Hz. kendisinden bir asır sonra gelecek devrin imamının Mehdi (A.S) olduğunu ve vazifelerini tamamlayabilmesi için O’na tâbî olunması gerektiğini risalelerinde bildirmiştir.
Nasıl ki, kişi mürşidini Allah’tan soruyor ve Allah o kişiyi mürşidine ulaştırıyor. Mürşidler de aynı şekilde mürşidlerin mürşidi  Hazreti Mehdi’yi Allah’tan sorarak O’na tâbî olmalı ve bütün mezhep ayrılıklarının giderilmesi, dîne sonradan giren bidatların ortadan kaldırılması için ilmi ondan almalı ve müridlerine, talebelerine dağıtmalı ki,  böylece bütün dünyada sadece Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in ve sahâbesinin yaşadığı tek bir mezhep, tek bir fırka, tek bir dîn yaşansın.
Çünkü dinimize sonradan o kadar çok yalnışlıklar karışmıştır ki, işte O Sultan ile dîne sonradan sokulan bid’adlar, fazlalıklar, yalnışlıklar çıkartılacak ve eksiklerde tamamlanacaktır. Yani Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahâbesinin yaşadığı İslâmın ve Kur’ân-ın unutulan hakikatleri yeniden hayata gelecek, bütün eksiklerin yerini Kur’ân-ın bize getirdiği Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in ve sahâbesinin 14 asır önce yaşadıkları hidayet ve İslâm dolduracaktır. Allah’a hamd eder sükrederiz ki, artık Mehdi Resûl’ümüz bizimle, bize unutulan Kur’ân hakikatlerini açıklıyor ve Kur’ân-ı Kerim hepimizin üzerine bir rahmet yağmuru gibi âyet, âyet saçılıyor. Ve bu kapıyı bulupta, O eteğe sarılanlara ne mutlu. ONLARA DÜNYADA VE AHİRETTE MÜJDELER VARDIR.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KATAGORİLER