Musîbetler Niçin Başımıza Gelir?
Yaşadığımız
musibetlerin ardında mutlaka bir mesaj vardır. Allah o olayı bize
yaşattırarak bir mesaj vermeyi, bizi farklı (daha iyi) bir noktaya
ulaştırmayı murad etmektedir. Nasıl ki kişi hasta olduğunda, şifaya
kavuşmak, tedavi olmak için hiç hoşuna gitmeyen bir şurubu içiyorsa,
tıpkı bunun gibi, Allah ile olan ilişkilerimizde nefsimize uyarak
işlediğimiz bir takım hatalar, günahlar vardır; yaşadığımız bir takım
acı olaylar bizi, bulunduğumuz noktadan daha ileriye taşımak üzere zemin
oluşturmaktadır.
Bunu daha net
açıklayabilmek için şöyle örnek verebiliriz; şu dünya üzerinde Allah’a
ulaşmayı dilemeyen ne kadar insan varsa, onların etrafında vücuda
getirilen her olay, onların Allah’a ulaşmayı dilemeleri içindir. Allah’a
ulaşmayı dileyerek ruhunu Allah’a teslim eden kişiler için, onların
etrafında vücuda getirilen her olay, onların fizik vücut teslimlerini
gerçekleştirmelerine yardımcı olacak hüviyettedir, onları bir üst
seviyeye, daha ileriye götürmek üzere bir vesiledir.
Dolayısıyla
yaşadığımız o hiç hoşumuza gitmeyen, bize çok kötü gibi görünen, acı
veren olayların ardında mutlaka bir müjde, mutlaka bir güzellik
bulunmaktadır. Allahû Tealâ evrensel bir kanun olarak şöyle açıklıyor:
2/BAKARA-155:
Ve le nebluvennekum bi şey’in minel havfi vel cûi ve naksın minel
emvâli vel enfusi ves semerât(semerâti), ve beşşiris sâbirîn(sâbirîne).
Ve sizi mutlaka korku ve açlıktan ve mal, can ve ürün eksikliğinden imtihan ederiz. Ve sabredenleri müjdele.
İnsanlar yarının
endişesi sebebiyle, açlık korkusuyla dünya için çalışıp, biriktirirler.
Biriktirdiklerinin kaybı ile gerçekleşen imtihanlar, onlar için tıpkı
birer acı şuruptur. Bunlardan ders alanlar “sabredenler” olarak ifade
ediliyor. Sabredenlerin temel vasfının ne olduğuna baktığımızda, Allah’a
ulaşmayı dilemek olduğunu görüyoruz:
2/BAKARA-156: Ellezîne izâ esâbethum musîbetun, kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn(râciûne).
Onlar
ki, kendilerine bir musîbet isabet ettiği zaman: “Biz muhakkak ki Allah
içiniz (O'na ulaşmak ve teslim olmak için yaratıldık) ve muhakkak O'na
döneceğiz (ulaşacağız).” derler.
Allah dostları;
“Kahrın da hoş, lütfun da hoş.” diye ifade etmişlerdir. Nitekim
Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerinin; “Hakk şerleri hayreyler. Zannetme
ki gayreyler. Görelim Mevlam neyler. Neylerse güzel eyler.” sözleri
buna bir işarettir.
Allah’ı
bilenler, idrak edenler başlarına gelen musîbetleri nasihat olarak
değerlendirirler. Eğer insanlar yaşadıklarından gerekli öğüdü alır ve
Allah’a ulaşmayı dilerse günahlarının kefareti ödenmiş olur. Fakat
yaşananlardan öğüt almadığı takdirde musîbetler şartlar ağırlaşarak
devam edecektir. Allah asla vazgeçmez. Ancak unutulmaması gereken şey bu
tür olaylarda Allahû Tealâ’nın bir tek muradının olduğudur; kullarının
mutluluğu…
İnsanlar: “Başıma
çok musîbet geliyor, iki yakam bir araya gelmiyor.” diyorlar. Halbuki
“Kul sıkışmayınca Hızır yetişmez.” diye bir söz vardır. Kul sıkışmadığı
sürece Allah’ı dilemez. Eğer Allah’ı dilemezse, Allah’ı ve dolayısıyla
O’nun yardımını çağırmamış olur. Fakat eğer kul kalben Allah’ı dilerse
mutlaka O’nun yardımını alır.
Allahû Tealâ, her
türlü sıkıntıda Kendisine müracaat edilmesini ister, başka yerlere
değil. Kullarını sürekli test eder, kapıların hepsini önce birer birer
kapatır. Eğer insanlar Allah’a müracaat eder ve Allah’a ulaşmayı
dilerlerse o zaman Allah, onların üzerine kapanan bütün kapıları açar.
Bir tek dilek… Bu dünya hayatını yaşarken, ölmeden evvel, Allah’a
ulaşmayı kalpten dilemek… Bu talebin fikirde, dilde değil kalpte olması
gerekir. Kur’ân-ı Kerim’de insana gelen iyiliklerin Allah’tan,
kötülüklerinse kendi nefsimizden kaynaklandığı açıklanmaktadır:
4/NİSÂ-79:
Mâ esâbeke min hasenetin fe minallâh(minallâhi), ve mâ esâbeke min
seyyietin fe min nefsik(nefsike), ve erselnâke lin nâsi resûlâ(resûlen),
ve kefâ billâhi şehîdâ(şehîden).
Sana
iyilikten (hasenatdan) ne isabet ederse, işte o Allah'tandır. Ve sana
kötülükten (seyyiattan) ne isabet ederse, o taktirde o, kendi
nefsindendir (derecat kaybedecek bir şey yapmandan dolayıdır). Ve seni,
insanlara Resûl olarak gönderdik ve şahit olarak Allah yeter.
Allahû
Tealâ’nın görevlendirdiği Kirâmen Kâtibîn melekleri, kişinin işlediği
tüm pozitif ve negatif dereceleri yazmakla vazifelidirler: “Yoksa
onların sırlarını ve fısıltılarını işitmeyeceğimizi mi zannediyorlar?
Hayır, onların yanında resûllerimiz (elçilerimiz) (herşeyi) yazıyorlar.”
(Zuhruf-80)
Kirâmen Kâtibîn
melekleri, kişi şerr işlemediği takdirde negatif derecat yazmazlar.
Fakat eğer başımıza bizi üzen olaylar geliyorsa, bunlar yaptığımız
hataların sonucudur:
42/ŞÛRÂ-30: Ve mâ esâbekum min musîbetin fe bi mâ kesebet eydîkum ve ya’fû an kesîr(kesîrin).
Size
bir musîbet isabet ettiği zaman işte o, ellerinizin kazandığı
(yaptıklarınız) sebebiyledir. (Musîbetlerin) çoğunu affeder
(gerçekleştirmez).
Allah’a ulaşmayı
dilememiş olan bir kişinin etrafında vücut bulan her olay, onun Allah’a
ulaşmayı dilemesi içindir. İnsanlar başlarına gelen musîbetlerden ders
çıkartmazlarsa olaylar devam edecektir. Musîbetlerin hepsinin sebebi bu
dünyadır. Nitekim Resûlullah (S.A.V) Efendimiz; “Her kötülüğün başı
dünya sevgisidir.” diye ifade etmişlerdir. İnsanın önünde iki yol
vardır; ya dünya hayatını diler ya da Allah’a ulaşmayı diler. Biri
mutsuzluk, diğeri mutluluk yoludur.
Allah’a
ulaşmayı dileyen kişinin liyâkatı oranında musîbetler hayatından yok
olur. Bu olaylar, kişi nefsini tamamen Allah’a teslim edip daimî zikre
ulaştığı güne kadar her gün azalan oranda devam eder. Nefsindeki
karanlıkların azalması aynı zamanda kişinin mutluluğunun gün be gün
artması demektir. Kişinin kalbi nurlanmaya devam ettikçe aydınlanır ve
böylelikle mutluluğu artar.
Bir
örnek vermek gerekirse; şehri aydınlatan elektrik trafodan gelir. Şehir
elektriğe teslimdir. Elektrik kesilirse şehir ölür. Elektrik gelince
şehir dirilir. İnsanın trafosu da kalptir. Başlangıç noktasında şehir
ölü, yani insan ölü durumdadır. Bir insan dirilmeyi istiyorsa trafoyu
çalıştırmalı, yani kalpten Allah’a ulaşmayı dilemelidir.
Allahû Tealâ’nın
kâinatı yaratma gayesi insanların iki cihan saadetine ulaşmasıdır.
Rabbimiz bütün herşeyi insan için yaratmıştır ama insan Allah için
yaratılmıştır. Allah için olmak; kişinin kalbini Allah’a tahsis etmesi
demektir. Netice itibari ile her şey tek bir dilek ile başlar; kalpten
Allah’a ulaşmayı dilemekle…
Yaşanan
musîbetlerin biz insanları en güzele götürmek için Allah’ın bizlere
ikramı olduğunu hatırlayıp, o tek bir kalbî dilekle sonsuz mutluluklara
erişmeniz dileği ile yazımızı burada sonlandırıyoruz. Allah hepinizden
razı olsun…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
KATAGORİLER