9 Mayıs 2013 Perşembe

Musîbetler Niçin Başımıza Gelir?

İster cehennem azabı deyin, ister kabir azabı deyin netice değişmez. Allah'a ulaşmayı dilemek ya da Allah'a yönelmek, bu dünya hayatında olması gereken bir vetiredir.

 

Musîbetler Niçin Başımıza Gelir?
Yaşadığımız musibetlerin ardında mutlaka bir mesaj vardır. Allah o olayı bize yaşattırarak bir mesaj vermeyi, bizi farklı (daha iyi) bir noktaya ulaştırmayı murad etmektedir. Nasıl ki kişi hasta olduğunda, şifaya kavuşmak, tedavi olmak için hiç hoşuna gitmeyen bir şurubu içiyorsa, tıpkı bunun gibi, Allah ile olan ilişkilerimizde nefsimize uyarak işlediğimiz bir takım hatalar, günahlar vardır; yaşadığımız bir takım acı olaylar bizi, bulunduğumuz noktadan daha ileriye taşımak üzere zemin oluşturmaktadır.


Bunu daha net açıklayabilmek için şöyle örnek verebiliriz; şu dünya üzerinde Allah’a ulaşmayı dilemeyen ne kadar insan varsa, onların etrafında vücuda getirilen her olay, onların Allah’a ulaşmayı dilemeleri içindir. Allah’a ulaşmayı dileyerek ruhunu Allah’a teslim eden kişiler için, onların etrafında vücuda getirilen her olay, onların fizik vücut teslimlerini gerçekleştirmelerine yardımcı olacak hüviyettedir, onları bir üst seviyeye, daha ileriye götürmek üzere bir vesiledir.
Dolayısıyla yaşadığımız o hiç hoşumuza gitmeyen, bize çok kötü gibi görünen, acı veren olayların ardında mutlaka bir müjde, mutlaka bir güzellik bulunmaktadır. Allahû Tealâ evrensel bir kanun olarak şöyle açıklıyor:
2/BAKARA-155: Ve le nebluvennekum bi şey’in minel havfi vel cûi ve naksın minel emvâli vel enfusi ves semerât(semerâti), ve beşşiris sâbirîn(sâbirîne).

Ve sizi mutlaka korku ve açlıktan ve mal, can ve ürün eksikliğinden imtihan ederiz. Ve sabredenleri müjdele. 

İnsanlar yarının endişesi sebebiyle, açlık korkusuyla dünya için çalışıp, biriktirirler. Biriktirdiklerinin kaybı ile gerçekleşen imtihanlar, onlar için tıpkı birer acı şuruptur. Bunlardan ders alanlar “sabredenler” olarak ifade ediliyor. Sabredenlerin temel vasfının ne olduğuna baktığımızda, Allah’a ulaşmayı dilemek olduğunu görüyoruz:
2/BAKARA-156: Ellezîne izâ esâbethum musîbetun, kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn(râciûne).

Onlar ki, kendilerine bir musîbet isabet ettiği zaman: “Biz muhakkak ki Allah içiniz (O'na ulaşmak ve teslim olmak için yaratıldık) ve muhakkak O'na döneceğiz (ulaşacağız).” derler. 

Allah dostları; “Kahrın da hoş, lütfun da hoş.” diye ifade etmişlerdir. Nitekim Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerinin; “Hakk şerleri hayreyler. Zannetme ki gayreyler. Görelim Mevlam neyler. Neylerse güzel eyler.”  sözleri buna bir işarettir.

Allah’ı bilenler, idrak edenler başlarına gelen musîbetleri nasihat olarak değerlendirirler. Eğer insanlar yaşadıklarından gerekli öğüdü alır ve Allah’a ulaşmayı dilerse günahlarının kefareti ödenmiş olur. Fakat yaşananlardan öğüt almadığı takdirde musîbetler şartlar ağırlaşarak devam edecektir. Allah asla vazgeçmez. Ancak unutulmaması gereken şey bu tür olaylarda Allahû Tealâ’nın bir tek muradının olduğudur; kullarının mutluluğu… 

İnsanlar: “Başıma çok musîbet geliyor, iki yakam bir araya gelmiyor.” diyorlar. Halbuki “Kul sıkışmayınca Hızır yetişmez.” diye bir söz vardır. Kul sıkışmadığı sürece Allah’ı dilemez. Eğer Allah’ı dilemezse, Allah’ı ve dolayısıyla O’nun yardımını çağırmamış olur. Fakat eğer kul kalben Allah’ı dilerse mutlaka O’nun yardımını alır.

Allahû Tealâ, her türlü sıkıntıda Kendisine müracaat edilmesini ister, başka yerlere değil. Kullarını sürekli test eder, kapıların hepsini önce birer birer kapatır. Eğer insanlar Allah’a müracaat eder ve Allah’a ulaşmayı dilerlerse o zaman Allah, onların üzerine kapanan bütün kapıları açar. Bir tek dilek… Bu dünya hayatını yaşarken, ölmeden evvel, Allah’a ulaşmayı kalpten dilemek… Bu talebin fikirde, dilde değil kalpte olması gerekir.  Kur’ân-ı Kerim’de insana gelen iyiliklerin Allah’tan, kötülüklerinse kendi nefsimizden kaynaklandığı açıklanmaktadır:

4/NİSÂ-79: Mâ esâbeke min hasenetin fe minallâh(minallâhi), ve mâ esâbeke min seyyietin fe min nefsik(nefsike), ve erselnâke lin nâsi resûlâ(resûlen), ve kefâ billâhi şehîdâ(şehîden).
Sana iyilikten (hasenatdan) ne isabet ederse, işte o Allah'tandır. Ve sana kötülükten (seyyiattan) ne isabet ederse, o taktirde o, kendi nefsindendir (derecat kaybedecek bir şey yapmandan dolayıdır). Ve seni, insanlara Resûl olarak gönderdik ve şahit olarak Allah yeter.
Allahû Tealâ’nın görevlendirdiği Kirâmen Kâtibîn melekleri, kişinin işlediği tüm pozitif ve negatif dereceleri yazmakla vazifelidirler: “Yoksa onların sırlarını ve fısıltılarını işitmeyeceğimizi mi zannediyorlar? Hayır, onların yanında resûllerimiz (elçilerimiz) (herşeyi) yazıyorlar.” (Zuhruf-80)
Kirâmen Kâtibîn melekleri, kişi şerr işlemediği takdirde negatif derecat yazmazlar. Fakat eğer başımıza bizi üzen olaylar geliyorsa, bunlar yaptığımız hataların sonucudur:

42/ŞÛRÂ-30: Ve mâ esâbekum min musîbetin fe bi mâ kesebet eydîkum ve ya’fû an kesîr(kesîrin).

Size bir musîbet isabet ettiği zaman işte o, ellerinizin kazandığı (yaptıklarınız) sebebiyledir. (Musîbetlerin) çoğunu affeder (gerçekleştirmez). 

Allah’a ulaşmayı dilememiş olan bir kişinin etrafında vücut bulan her olay, onun Allah’a ulaşmayı dilemesi içindir. İnsanlar başlarına gelen musîbetlerden ders çıkartmazlarsa olaylar devam edecektir. Musîbetlerin hepsinin sebebi bu dünyadır. Nitekim Resûlullah (S.A.V) Efendimiz; “Her kötülüğün başı dünya sevgisidir.” diye ifade etmişlerdir. İnsanın önünde iki yol vardır; ya dünya hayatını diler ya da Allah’a ulaşmayı diler. Biri mutsuzluk, diğeri mutluluk yoludur.
Allah’a ulaşmayı dileyen kişinin liyâkatı oranında musîbetler hayatından yok olur. Bu olaylar, kişi nefsini tamamen Allah’a teslim edip daimî zikre ulaştığı güne kadar her gün azalan oranda devam eder. Nefsindeki karanlıkların azalması aynı zamanda kişinin mutluluğunun gün be gün artması demektir. Kişinin kalbi nurlanmaya devam ettikçe aydınlanır ve böylelikle mutluluğu artar.
Bir örnek vermek gerekirse; şehri aydınlatan elektrik trafodan gelir. Şehir elektriğe teslimdir. Elektrik kesilirse şehir ölür. Elektrik gelince şehir dirilir. İnsanın trafosu da kalptir. Başlangıç noktasında şehir ölü, yani insan ölü durumdadır. Bir insan dirilmeyi istiyorsa trafoyu çalıştırmalı, yani kalpten Allah’a ulaşmayı dilemelidir.
Allahû Tealâ’nın kâinatı yaratma gayesi insanların iki cihan saadetine ulaşmasıdır. Rabbimiz bütün herşeyi insan için yaratmıştır ama insan Allah için yaratılmıştır. Allah için olmak; kişinin kalbini Allah’a tahsis etmesi demektir. Netice itibari ile her şey tek bir dilek ile başlar; kalpten Allah’a ulaşmayı dilemekle…
Yaşanan musîbetlerin biz insanları en güzele götürmek için Allah’ın bizlere ikramı olduğunu hatırlayıp, o tek bir kalbî dilekle sonsuz mutluluklara erişmeniz dileği ile yazımızı burada sonlandırıyoruz.   Allah hepinizden razı olsun…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KATAGORİLER